İşte Fark!

Son günlerde facebook ta bu resmi paylaşanlardan bıkma noktasına geldiğimden burada görüşlerimi açıklamak istedim. tayyip ve atatürkün yemek yeme hallerinin fotoğrafını koyup: “işte fark” diye yazan kişilere sormak istiyorum: acaba sizler atatürk gibi mi yiyorsunuz yoksa tayyip gibi mi? Ya da biz? ya da ülkemizde ki insanlar nasıl yer acaba? mangaldan sonra eline 3 farklı boyda çatal, 2 farklı boyda bıçak alıpta yiyeni görmedim de ondan soruyorum…

Ülkemizde bir kesim elitist-zengin atatürk gibi yer, halkın çoğunluğu ise tayyip gibi yer. Yemek yeme tarzını bile getirip siyasi malzeme olarak kullanan zihniyet bence ancak antipati toplar. Yemek yeme kültürünün aşağı ya da üstün olarak görüldüğü başka bir ülke yoktur. Bunun alltında yatan ise cumhuriyet dönemi yapılan uygulamalardır. Halkı aşağı varlık olarak gören ve kılık kıyafetine karışıp, kendi istediği şekilde giymeyenleri tutuklayan zihniyettir. İthal ettiği kültürü halkına aşılamak (türkü yerine klasik müzük dinletmeye çalıştırmak mesela) zavallığın en büyük örneğidir.

Ahmed Arif-33 Kurşun

33 KURŞUN

1.

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü
Keklik takımı…

Yiğitlik inkar gelinmez
Teke tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz
Göl olmuş bu dağda…

2.

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit
Baktı kolları vurulu
Cehennem yurekli bir yiğit
Bir garip tavşana
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına
Yastığı altında küsmüş
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu
Alnında akıtma
Üç topuğu ak
Eşkini hovarda, kıvrak
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı
Sığınabilirdi yuceltilere…
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı
Yanan cigaranın külünü
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini
İlk atımda uçuran
Usta elleri…

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların
Önceden bilen gözleri…
Çaresiz
Vurulacaktı
Buyruk kesindi
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi…

3.

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…

4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden…

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz
Gayrı eşkıyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına…

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…

5.

Vurun ulan
Vurun.
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı
Hafif
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…

Soner Yalçın ve Tarih-2

Soner Yalçın, internette forwardlanarak yayılması sağlanan komplo teorilerine  benzer tarzda bir yazı yazmış.
.http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=14739020&yazarid=218&tarih=2010-05-16
2-3 tane olguyu sıralayıp, sonra bunlar arasında bağlantı kurmak gerçekten ilgi çekici ve komplo severler tarafından çok beğenilen bir yazı olabilir. Biraz da tabii ki hayal dünyası ile ilgili. Abd’nin silah masraflarını içinde Türkiye’ninde bulunduğu ülkelere yıkmak niyetinde olduğunu söyleyip, Türkiye’de bu masrafı yüklenmeye karşı direnen bir Baykal olduğu için Baykal’ın cadı avına kurban gittiğini söylüyor. Aslında Akp hükümeti döneminde silah harcamalarına baktığımızda, önceki dönemlere göre belirgin bir azalma görürüz. Sadece bu bile Soner Yalçın’ın bu yazısını çürütmeye yeter.

 Yazdığı yazıya pek değinmeyeceğim. Ama Deniz Baykal için söylediği bir kaç şey var ki tam bir komedi:1- Chp’yi iktidara aday yaptı: Böyle bir yorum yapmak için siyaset cahili olmak gerekir. Hele ki olası referandumun bile Chp ve Mhp ye karşı bile %60’ların üstünde evet oyu alacağı tahmin ediliyor. 2-Darbeye, ergenekona, balyoza, kafese, inanmıyorum dedi: Aslında Soner Yalçın’ın garip bir düşünce tarzı var. Bu darbe tertiplerini söylediğinizde sizi askeri yıpratmakla itham ediyor. Islak imzalı belgeden, ya da boru diye açıklanan law silahlarından haberi yok sanırım. Ya da Çetin Doğan’ın internette gezen ses kayıtlarından haberi yok. Eminim ki Soner Yalçın bu kafa yapısıyla 1980 lerde gazeteci olsaydı, ya da 28 şubatta ki süreci yakın takip etseydi aynı şeyleri söylerdi: Asker yıpratılıyor. İttihat ve Terakki’ye fazlaca sempati besleyen  birine en fazla şöyle destek olabiliriz: Ergenekon mu, Balyoz mu, Kafes mi? Yok canım kedidir kedi…

Aslında Baykal istifa da geç bile kaldı. İnünüye karşı 2 senede 3 kurultay kaybeden bir adamdır Baykal. Hasan Cemal geçenlerde şunları yazmıştı: Deniz Baykal 1960’ların sonundan beri aktif politikanın içinde. 1990’ların başında genel başkanlık koltuğuna oturdu CHP’de.
1995 seçimlerini kaybetti.
Yüzde 10 barajını kıl payı geçebildi.
1999 seçimlerini kaybetti.
Yüzde 10 barajına takıldı ve CHP tarihinde ilk kez parlamento dışında kaldı.
2002 seçimlerini kaybetti.
Bu seçimlere gidilirken Baykal’ın CHP’si yine yüzde 10 barajının etrafında dolaşıyordu. Son anda yapılan Kemal Derviş aşısıyla yüzde 20’ye yaklaştı.
2007 seçimlerini kaybetti.
Oylarını birkaç puan artırabildi.
Kaç seçim kaybetmiş Baykal?
1995, 1999, 2002, 2007… 12 yılda üstüste kaybedilen dört milletvekili seçimi… Bunca yılı muhalefette geçir, sosyal demokrat olduğunu iddia et ve dört seçim birden kaybet…
Ama koltuğunu kaybetme!
İstifayı aklına getirme…
Baykal’ın siyasal sicili böylesine dökülürken, buna bir de kaset olayı eklendi.
Böylesine bir siyasal sicile sahip 73 yaşındaki bir liderle yola devam etmek, yalnız CHP için değil herhangi bir parti için de intihar anlamı taşır.

Aslında Gordon Brown’un ahlakını Baykal da görmek isterdik. Ama değişimi istemeyen, statükoyu korumakla meşgul kişilerin Baykal şakşakçılığı yapması yüzünden Baykal’ın aklına başarısızlık yüzünden istifa etmek hiç gelmedi. Eğer Soner Yalçın’ın komplo teorisinde olacakları engelleyen tek güç Baykal ise, ülkemizin zavallı bir ülke olduğu ortaya çıkmış olurdu. 

yazan: ince memed

Soner Yalçın ve Tarih

Hürriyet gazetesinde pazar günleri yazan ve odatv.com da yazılar yazan bu kişinin saçmalıkları saymakla bitmeyeceği için burada hiç değinmedim. Bu arkadaşın hala, ‘kemalist devrim’ tarzı söylemleri mevcut. Bu bile nasıl bir zihin yapısına sahip olduğunu gösteriyor. Fakat son zamanlarda rejim kaygıları yaşayan kemalistler gibi bu kişide krize girdiğinden saçmalıkları artık belirtilmeyecek cinsten değil.
Geçenlerde bir yazısında Seyid Rıza’yı, köylerinden geçenlerden ayakbastı parası almakla itham etmesi, gerici olduğu için ayaklandığını yazması gibi saçmalıkları bir yana insanların ya kemalist devrimden yana olacaklarını ya da Seyid Rıza’nın yanında olacaklarını bu ikisinin paradoks olduğunu belirtmiş.
Aslında kemalist devrim lafı başlı başına bir saçmalık olduğu için hiç bir şekilde cevap verilecek gibi değil. Bu saçma tezine cevap verirsek kemalist devrim safsatasını bir olgu olarak değerlendirmemiz gerekir. Kemalist devrimi toprak ağalarına karşı yapılmış gibi gösterirken keşke kemalist devrimi yapan adamın mal varlığına bir baksaymış. Ya da 1930 yıllarda milletvekili yaptığı Adnan Menderes’in mal varlığına ya da adını yazmadığımız bir çok milletvekilinin…

 Geçenlerde bir yazısında öyle bir şey yazmış, ki tarihi yanlış yazması kadar ‘körlüğüde’ ayrı bir konu: “Ergenekon’la, Balyoz’la, patlayan mayınlarla ve asker alımlarıyla TSK halktan uzaklaştırılmaya çalışılıyor”… Yapılan bütün darbelerden sonra, verilen muhtıralardan sonra, ortaya çıkan darbe planlarından sonra, 6 askerin öldüğünde patlayan mayının TSK’ya ait olduğundan sonra, Elazığ’da eline el bombası tuttrulan ve ölen askerin önce ‘patlamada şehit oldu’ yalanından sonra vb. hala da  ‘birşey yok aslında, asker yıpratılıyor, kedidir canım kedi’ demesi zeka seviyesini gösteriyor. Bize de tabii yuh çekmek kalıyor ve 2 tane de okuması için yazı tavsiye etmek kalıyor. (Bu kişiye verilecek cevapların burada biteceğini pek sanmıyorum ama şimdilik son bulsun)

http://www.taraf.com.tr/yildiray-ogur/makale-balyoz-danisma-hatti.htm
http://www.taraf.com.tr/yildiray-ogur/makale-sana-ergenekonu-soracaklar.htm

incememed

Türbeye Çevirdiler…

     Dün hürriyet.com da bir haber görmüştüm: Türbeye Çevirdiler. Merak edip baktığımda Abdullah Öcalan’ın doğum gününde doğduğu eve, Amara köyüne giden insanların orayı türbeye çevirdikleri yazılıydı. Türbelerde yapılan tüm saçmalıklara itbar etmemek gerektiği gibi, Öcalan’ın evinde yapılanlarda bir şeyi putlaştırmakten başka bir şey değil. Bu bakımdan kınanacak bir olaydır.

Fakat medyanın bu haberi türbeye çevirdiler diye verip  konu diğer putlaştırılan şeylere yapılanlara gelince sevgi sözcükleri kullanması alışık olduğumuz bir şey. Ama benim bu düşündüğümü Taraf gazetesi yazarı sevgili Yıldıray Oğur da düşünmüş olacak ki, bugün çok güzel bir yazı yazmış. Bende bu vesileyle Oğur’dan alıntılarla bu yazıyı bitirmek istiyorum…

Tarih 29 Ekim 2008 Hürriyet Gazetesi: ” Türkiye’nin dört yanından Başkent’e gelen her yaştan, her sosyal gruptan vatandaşlar, Ata’nın mozolesine ulaşmak için saatlerce kuyrukta bekledi. Ve kimi dudaklarıyla giderdi özlemini mozolenin mermerinde.” (Yıldıray Oğur’un  dediği gibi erotik bir dergiden değil Hürriyet’ten)

O yıl Anıtkabir’de Atatürk’ün mozolesini öpen, okşayan, üstüne kitap bırakanlar “çağdaş” yurttaşlarken, Öcalan’ın evinin duvarlarını öpenler mi “hurafeci,sözde yurttaşlar” oldu?

Evrim ve Ateizm Karşıtı En Saçma 10 İddia-Bölüm 2

 Garajımdaki Ejder tarafından çevrilmiştir. Youtube’dan izleyemeyenler ktunnel veya vtunnelden girdikten sonra yazının başlığını yazarak bulabilirler.

Evrim ve Ateizm Karşıtı En Saçma 10 İddia

Garajımdaki Ejder tarafından orjinalinen türkçeye çevrilmiştir. Youtube’dan izleyemeyenler ktunnel veya vtunnelden girdikten sonra yazının başlığını yazarak bulabilirler.

Sevan Nişanyan-Elbiseloji

Kralın gözle göremediğin giysilerinden bahsetmek ne zevkli muhabbettir! Biraz metafizikle uğraşmış, spekülatif ilimlere aşina biri bunu bilmez mi?

Gözün görmez çünkü şeytan gözünü karartmıştır: önce buna inanman lazım. Bunca kıymetli hocanın, evliya ve enbiyanın “gördüm” dediği giysileri görememen günahkâr nefsinin sana oynadığı bir oyundur. Nefsini inkârla işe başlarsın.

Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Günde beş vakit o güzel giysileri övmeyi öğrenirsin. Kralın giysileri ipek midir keten midir? Dün giydiğini bugün de giyer mi? Kumaşı insan kumaşı mıdır yoksa manevî âlemin sırrı ile mi dokunmuştur? Bu konuları binlerce yıldan beri tartışan âlimlerin ilmine ve ustalığına hayran olursun.

İnsan aklı başlangıç noktalarını sorgulamakta tembeldir. Başlangıcı bir kez kabul ettikten sonra önünde deryalar gibi kütüphaneler açılır. Kralî elbiseloji ilminin ummanına dalar, görülmedik lezzetlerle tanışırsın.

Mübarek perşembe günleri kralın en muhteşem giysilerini giydiğini söylerler. O gün herkesle beraber “ooo!” diye haykırıp secdeye gelmeyi öğrenirsin.

Kırk yılın başında çocuğun biri çıkar “ama kral çıplak!” der safça. Önce onu sevecenlikle uyarırsın. “Şeytana uyma” dersin. Halkla beraber secde ederse zamanla onun da elbise ilminin derunî lezzetine varacağına güvenirsin.

Israr ederse susturursun. Düzelme ihtimali olmayacak kadar yaşı geçkin bir çocuksa, mecbur, katledersin.

Çünkü hakikat zehirdir. Şeytana emanet ettiği iç kalbinde bütün insanlar hakikati bilir. Biri yüksek sesle hakikati söylerse hiç belli olmaz, birden bakarsın milyonlar uyanıvermiş, “aa tabi ya, biz de biliyoruz kral çıplak!” diye itiraf edivermiş.

Alıntı- Taraf

Nasıl Bir Ülkede Yaşıyorum? -1

Tehlikesiz demokrasi istiyorsanız faşist olmaktan başka seçeneğiniz yoktur. Ali Nesin

Aslında bu sorunun kendisi ve cevabı uzun zamandan beri aklımda. DTP’nin kapatılması ise bu konuyu tekrar düşünmeme neden oldu. Zaten, bunu düşünmememizi istemeyen, ya da sürekli bunu kurcalamamızı isteyen gizli bir yapı var sanki. Bu yazıda Türkiye’de demokrasinin nasıl algılanıldığına dikkat çekerek başlamak istiyorum. Şu aralar moda olan bir cümle ile başlamak istiyorum: “Türkiye demokratik bir ülkedir.” 

Genel olarak baktığımızda demokrasiyi, hukuk yasalarının uygulanması olarak gören bir anlayış mevcut. İliklerine kadar resmi ideolojiyi hissettiren ve ondan kopamayan yasalar var.  Hele ki bu yasaların çoğunun darbe döneminde yapılmış olması demokrasiden ne anladığımızı ortaya koyarken dikkate alınmalı. 11 tane resmi ideolojiden sorumlu kişinin toplanıp, 2 milyon oy alan bir partinin kapatılıp kapatılamayacağına karar vermesi ise ayrı bir konudur. Çok titiz inceleme yaptığını söyleyen anayasa mahkemesi başkanı Parti ile alakası olmayan Leyla Zana’nın yaptıklarını partiyi ilgilendirmemesine rağmen, kapatma davasında, partinin kapatılması yönünde kanıt olarak ileriye sürmüştür. Öyle bir ülke demokrasisi ki, anayasa mahkemesi hukuksuzluk yapıyor. Zaten daha önce Danıştay başsavcısı Tansel Çölaşan 1960 darbesinin ilerici olduğunu söyleyerek “hukukun askerce çiğnenmesini” meşru gördüğünü söylemiştir. Ülkemizin hukuku, hukukçularından daha berbattır ki bu kadın hala Danıştay’da görev almaktadır.

Darbe anayasası ile yönetilen bir ülkede “demokrasi var” demek başlı başına ahmaklıktır. Siyasi partiler yasasında şu maddenin bulunması bile demokrasi konusunda ülkenin nerede olduğunu gösteriyor: “MADDE 4- Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak çalışırlar.”

Dünyada, bir parti kurulduğunda, partinin belirli bir kişi ve şahsın görüşlerini yansıtması, onun düşüncelerini taşıması gerektiği gibi saçma bir yasa, hangi ülkede var bilmiyorum. Bildiğim bir konu var ki bu gibi saçmalıkların resmi ideoloji düşüncesinin iç yüzünü oluşturduğu.

Yükseköğretim kanununda yazanların ise ayrı bir saçmalık olduğuna daha önce değinmiştim hatırlatmakta yarar var: Madde 4. “ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı…”Madde 5. “Öğrencilere, ATATÜRK inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması sağlanır.”

 Bu gibi yasalarda gördüğümüz şudur ki, demokrasi tanımı yaparken bile bir çember altındayız. Atatürkçü yaşamaya zorlanıyoruz. Demokrasi tanımı yapılırken bile Atatürk’ün, olmazsa olmaz gibi görülmesi ve bunun insanların normal bir şekilde görülmesi, hiç bir refleks göstermemeleri nasıl bir demokrasi çamurunda olduğumuzu gösteriyor.

Eğer siyasi partiler, Madde 4’te yeraldığı gibi Atatürk ilke inkılaplarına bağlı kalacaklarsa neden bu kadar çok parti kuruluyor? Ya da neden kurulmasına izin veriliyor? Eğer bu madde hala var ise, ve adı da demokrasi ise CHP’nin altı oku bu ülkeye fazlasıyla yeter diye düşünüyorum. Atatürk’ün çok partili siyasi hayata geçmemesini, Atatürk açısından yorumlayan ve onu savunmaya çalışan insanların, “Türkiye demokratik bir ülkedir” demelerini hiç dikkate almamak gerekir diye düşünüyorum.

Konu “Ergenekon” olunca yargının yönlendirildiğini savunan CHP, MHP ve ergenekoncular, DTP’nin kapatma davasında ise ağız birliği ederek; “konuyu hukuka bırakmalıyız” cinsinden sözleri çokça kullanıyorlar.

Son olarak genelkurmay başkanının bilmem ne fırkateyninde ki kastederek “Bu konuşmayı yaptığım yer dikkatinizi çekmiştir” diyerek, deniz kuvvetlerinde bir cuntacının yaptığı ‘Kafes Planı’ ile ilgili bu komutanlığa toz kondurmaması ve hala genelkurmay başkanlığından alınmaması demokrasi anlayışını gösteriyor. Demokrasi olsaydı bu adam hala görevinin başında olmazdı.

Yazan: ince memed

Demokrasi Fakiri Ülkenin Kara Cuması…

Bir hükümle bir ülkeyi paramparça ettiler.

Ve, bunu yapmak için öylesine aceleciler ki “gerekçesi yazılmadan karar açıklanmaz” diyen anayasayı da çiğnediler.

Anayasayı çiğneyen bir Anayasa Mahkemesi’ne mi güveneceğiz?

Kürtleri siyasetten attılar.

Nereye gidecek Kürtler, kime güvenecek?

Yıllarca ezdiniz bu insanları, yıllarca işkencelerden geçirdiniz, sokaklarda vurdunuz, köylerini yaktınız, evlerini tarumar ettiniz, dillerini yasakladınız.

Yetmedi mi?

Şimdi de siyasetten çıkartıyorsunuz.

Ahmet Türk olmasın ki “barışı “destekleyen inandırıcı bir yüz de kaybolsun siyasetten.

Anayasası bir “darbe anayasası “olan bir ülkede Anayasa Mahkemesi’nden ne beklenir ki zaten?

Barış umutlarını ezip geçtiler.

DTP’yi mahkûm etmediler yalnızca, bu ülkeyi mahkûm ettiler.

Acıya, yoksulluğa, düşmanlığa, güvensizliğe mahkûm ettiler.

PKK boşuna acele etmiş barışı torpillemek için, biraz bekleseymiş zaten birileri bu işi onlardan çok daha iyi yapacakmış Ankara’da.

Bize ümit haram.

Bize hayal haram.

Bize barış haram.

Hangi Kürt genci bir daha bu ülkeye güvenir?

Hangi Kürt insanı bir daha adalete güvenir?

Her şeyin bir kandırmaca, bir yalan, bir aldatmaca olduğunu düşünmez mi?

Böyle düşünmekte haklı olmaz mı?

Barışın, huzurun, mutluluğun kıyısına kadar gelmiştik, parmaklarımızla dokunabilmiştik bir umuda.

Siyasetten, adaletten umudunu kesen Kürt gençleri ne yapacak şimdi?

Onlar akın akın dağa giderse bundan kim sorumlu olacak?

Kim onları, Türkiye’de adaletin onların hakkını da gözettiğine inandıracak, kim onlara güven verecek?

Türk olmak bu mu?

Türk olmak, kendi hukukuna uymamak, kendi vatandaşlarını sahipsiz bırakmak, kendi ülkeni silahların egemenliğine terk etmek mi?

Eğer Türklük buysa ben böyle Türklükten utanıyorum.

Anayasa Mahkemesi “oybirliğiyle” karar vermiş.

Mahkeme değil kararı veren, oradaki “Türk” yargıçlar.

Türk yargıçlar, Kürtleri siyasetten attılar, bütün Kürtler bunu böyle görecek.

Haksızlar mı böyle görmekte?

“Ben Kürdüm” diyen bir yargıç var mı Anayasa Mahkemesi’nde, aralarında bir tane bile “ben Kürdüm” diyen bir üyenin olmadığı mahkeme, Kürtler hakkında adil bir karar verebilir mi?

Kürtler bu ülkenin vatandaşıysa, neden Anayasa Mahkemesi’nde “ben Kürdüm” diyen bir yargıç yok?

Kürtler bu ülkenin vatandaşı değil, zaten sorun da bu, Türkler bu ülkenin vatandaşı, Kürtler “hem Kürt hem vatandaş” olamıyorlar.

Öyle bir zorluyorlar ki o insanları, ya Kürtlükten vazgeçecekler ya vatandaşlıktan.

Kürtlükten vazgeçmezler.

Neden vazgeçsinler?

Türkler Türk olmaktan vazgeçmiyorsa Kürtler neden vazgeçsin?

O zaman onları vatandaşlıktan vazgeçmeye zorluyorsunuz, siz yapıyorsunuz bunu, siz bölüyorsunuz, siz onları dışlıyorsunuz, siz onlara “gidin” diyorsunuz.

Siyasetin yolunu kapatıyorsunuz, hukukun yolunu kapatıyorsunuz, dağdan başka bir yol bırakmıyorsunuz o insanların önünde.

“Ya benim dediğimi kabul eder Türk olursun ya da dağlarda ölürsün”, söylediğiniz bu işte Kürtlere.

Sonra da neden dağa çıktılar diye bir de onlara kızıyorsunuz.

Kürtler isteklerini, taleplerini kime, nasıl, nerede anlatacaklar?

Nerede çıkacak onların sesi?

“Sesleri çıkmasın” diyorsunuz.

Bir halkı susturamazsınız, ne hakkınız, ne gücünüz var buna.

Barışı öldürüyorsunuz.

Bir Kürdüm ben bugün, içim ölü evi gibi, ümidim, hayalim, ışıksız odalar gibi kapkaranlık, oturacağım, direneceğim, önce kendi içimde bir mum yakacağım.

Titrek, küçük, zayıf bir ışık.

Ve sonra diğer ışıkları görmek için bekleyeceğim.

Her vicdanda bir ışık yanacak ve biz o küçücük titrek ışıklardan yeni bir aydınlık, yeni bir umut, yeni bir hayal yaratacağız.

Siz öldürdükçe biz yaşatacağız.

Ahmet ALTAN