Nasıl Bir Ülkede Yaşıyorum? -1

Tehlikesiz demokrasi istiyorsanız faşist olmaktan başka seçeneğiniz yoktur. Ali Nesin

Aslında bu sorunun kendisi ve cevabı uzun zamandan beri aklımda. DTP’nin kapatılması ise bu konuyu tekrar düşünmeme neden oldu. Zaten, bunu düşünmememizi istemeyen, ya da sürekli bunu kurcalamamızı isteyen gizli bir yapı var sanki. Bu yazıda Türkiye’de demokrasinin nasıl algılanıldığına dikkat çekerek başlamak istiyorum. Şu aralar moda olan bir cümle ile başlamak istiyorum: “Türkiye demokratik bir ülkedir.” 

Genel olarak baktığımızda demokrasiyi, hukuk yasalarının uygulanması olarak gören bir anlayış mevcut. İliklerine kadar resmi ideolojiyi hissettiren ve ondan kopamayan yasalar var.  Hele ki bu yasaların çoğunun darbe döneminde yapılmış olması demokrasiden ne anladığımızı ortaya koyarken dikkate alınmalı. 11 tane resmi ideolojiden sorumlu kişinin toplanıp, 2 milyon oy alan bir partinin kapatılıp kapatılamayacağına karar vermesi ise ayrı bir konudur. Çok titiz inceleme yaptığını söyleyen anayasa mahkemesi başkanı Parti ile alakası olmayan Leyla Zana’nın yaptıklarını partiyi ilgilendirmemesine rağmen, kapatma davasında, partinin kapatılması yönünde kanıt olarak ileriye sürmüştür. Öyle bir ülke demokrasisi ki, anayasa mahkemesi hukuksuzluk yapıyor. Zaten daha önce Danıştay başsavcısı Tansel Çölaşan 1960 darbesinin ilerici olduğunu söyleyerek “hukukun askerce çiğnenmesini” meşru gördüğünü söylemiştir. Ülkemizin hukuku, hukukçularından daha berbattır ki bu kadın hala Danıştay’da görev almaktadır.

Darbe anayasası ile yönetilen bir ülkede “demokrasi var” demek başlı başına ahmaklıktır. Siyasi partiler yasasında şu maddenin bulunması bile demokrasi konusunda ülkenin nerede olduğunu gösteriyor: “MADDE 4- Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak çalışırlar.”

Dünyada, bir parti kurulduğunda, partinin belirli bir kişi ve şahsın görüşlerini yansıtması, onun düşüncelerini taşıması gerektiği gibi saçma bir yasa, hangi ülkede var bilmiyorum. Bildiğim bir konu var ki bu gibi saçmalıkların resmi ideoloji düşüncesinin iç yüzünü oluşturduğu.

Yükseköğretim kanununda yazanların ise ayrı bir saçmalık olduğuna daha önce değinmiştim hatırlatmakta yarar var: Madde 4. “ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı…”Madde 5. “Öğrencilere, ATATÜRK inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması sağlanır.”

 Bu gibi yasalarda gördüğümüz şudur ki, demokrasi tanımı yaparken bile bir çember altındayız. Atatürkçü yaşamaya zorlanıyoruz. Demokrasi tanımı yapılırken bile Atatürk’ün, olmazsa olmaz gibi görülmesi ve bunun insanların normal bir şekilde görülmesi, hiç bir refleks göstermemeleri nasıl bir demokrasi çamurunda olduğumuzu gösteriyor.

Eğer siyasi partiler, Madde 4’te yeraldığı gibi Atatürk ilke inkılaplarına bağlı kalacaklarsa neden bu kadar çok parti kuruluyor? Ya da neden kurulmasına izin veriliyor? Eğer bu madde hala var ise, ve adı da demokrasi ise CHP’nin altı oku bu ülkeye fazlasıyla yeter diye düşünüyorum. Atatürk’ün çok partili siyasi hayata geçmemesini, Atatürk açısından yorumlayan ve onu savunmaya çalışan insanların, “Türkiye demokratik bir ülkedir” demelerini hiç dikkate almamak gerekir diye düşünüyorum.

Konu “Ergenekon” olunca yargının yönlendirildiğini savunan CHP, MHP ve ergenekoncular, DTP’nin kapatma davasında ise ağız birliği ederek; “konuyu hukuka bırakmalıyız” cinsinden sözleri çokça kullanıyorlar.

Son olarak genelkurmay başkanının bilmem ne fırkateyninde ki kastederek “Bu konuşmayı yaptığım yer dikkatinizi çekmiştir” diyerek, deniz kuvvetlerinde bir cuntacının yaptığı ‘Kafes Planı’ ile ilgili bu komutanlığa toz kondurmaması ve hala genelkurmay başkanlığından alınmaması demokrasi anlayışını gösteriyor. Demokrasi olsaydı bu adam hala görevinin başında olmazdı.

Yazan: ince memed

Yorum bırakın

Henüz yorum yapılmamış.

Comments RSS TrackBack Identifier URI

Yorum bırakın